fbpx

Ahlak konusunda en çok merak edilenler

Ahlak konusunda en çok merak edilenler

Hindistan gibi pek çok inancın bir arada bulunduğu toplumlarda daha kolay gelişebilen bu tür eğilimlere karşı tavır koyan âlimlerden biri Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’dir. Dihlevî aynı zamanda, günümüze kadar bu coğrafyada gelişmiş hemen bütün dinî hareketlerin de ilham kaynağı olarak görülür. Bu hareketler arasında farklı uçları temsil eden özellikle ikisi, Diyûbend ve Aligarh ekolleri XIX ve XX. Yüzyıl Hindistan’ını da derinden etkilemiştir. Müslüman azınlıkların teşekkülünde farklı süreçler söz konusu olmuştur. Bir kısım müslümanlar İslâm’ı yaymak ve ticaret yapmak amacıyla gittikleri yerlerde başlangıçtan itibaren çok defa azınlık statüsünde yaşamışlardır. Bunun en dikkat çekici örnekleri Sri Lanka, Çin, Filipinler gibi Uzakdoğu ülkelerinde görülür. Müslümanların azınlık statüsüne düştüğü bir başka durum, İslâm’ın hâkim olduğu toprakların zamanla müslüman olmayan devletler tarafından ele geçirilmesi ve çok sayıda müslümanın ülke dışına gönderilmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna İspanya (Endülüs) örnek teşkil eder. Bir diğer durum ise müslümanın yönetiminin uzun süre hâkim olmasına rağmen müslümanların çoğunluğa ulaşamaması ve hâkimiyeti kaybetmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Yüzyıllarca süren Osmanlı hâkimiyetinden sonra Balkanlar’da Bosna ve Arnavut bölgeleri dışındaki yerlerde müslümanlar azınlık statüsüne düşmüştür.

  • Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona / o çirkin işe buğz etsin.
  • Yani “Allah adına yemin ediyorum ki karım falanla zina etmiştir.” diyerek dört defa yemin eder, beşincisinde ise eğer bu sözümde yalancıysam, yalan söylüyorsam “Allah’ın lâneti benim üzerime olsun.” der ve bunu kabul eder.
  • Karşı tarafta elmas bulunsa onun gözünde kömür olur.

Meselâ Uzakdoğu ve Afrika’nın bazı bölgelerinde insanlar tek tanrı inancını büyük oranda ilk defa İslâm’la tanıdıkları gibi yine ilk defa kabileden devlet olma aşamasına geçmişlerdir. Kur’an ve Sünnet, iktisadî olanlar da dahil davranışlar için genel bir bilinç düzeyi oluşturmaya öncelik verir. İktisadî ilişkilerin biçimsel ve kuralcı yönünden çok ona işlerlik kazandıracak olan ve bütünüyle iktisat ahlâkı adını alan zihnî bağlantılar, dünya görüşü ve kişilik yönü önemlidir. Maddî ihtiyaçlar, meşrû zeminde karşılanması gereken ve bir dizi düzenlemeye de konu edilen bir vâkıa olmakla birlikte insan salt ekonomik bir varlık (homo economicus) değildir. Hayat dünya hayatından ibaret olmadığı gibi maddî doyum ve kalkınma da dünya hayatının aslî amacı olmamalıdır. İnsan dünyaya Allah’ın donattığı yetkiyle iyilik ve güzelliği hâkim kılmak için gönderilmiş ve Allah’a ibadet için yaratılmıştır (ez-Zâriyât 51/56). İlâhî iradeye uygun düştüğü sürece onun her davranışı ibadet değerindedir. Ferdin kendini daima Allah’ın huzurunda hissetmesi ve yaptıklarından O’na hesap verecek olması kendiliğinden ahlâkî ve içten davranmayı da gerektirir. Çalışmak, kazanmak, topluma yararlı bir insan olmak, mal mülk edinmek ve dünya nimetlerinden yararlanmak teşvik edilmiş; kör bir kadercilik, dünyadan el etek çekmek, başkalarına yük olmak, dilencilik ve miskinlik kınanmıştır.

Başka bir rivayette “yitiği ilan etmek” hakkı da vardır. Buna göre, bulunan yitik malın kalabalık yerlerde ve herkesin duyabileceği şekilde tarifinin yapılması ve sahibi bulunamazsa ilgili kurumlara verilmesi gerekir. Kim bir insanı yaşatır, affetmek veya öldürülmesine mani olmak, ya da onu ölümden kurtarmak suretiyle hayatını devam ettirmesine sebeb olursa, sanki bütün insanları yaşatmış gibi olur. Bunun içPinUpbet güncel adres!5@PinUpbethttps://PinUpcasino-tr.com/;PinUpbet ki, İslâm dini insan hayatına çok büyük bir değer verir ve bu yönde bütün çarelere başvurur. Yapılan bir işe, söylenen bir söze, gösterilen bir davranışa eksi veya artı bir değer katan, kişinin içindeki niyetidir. “Müminin niyeti amelinden / yaptığı işten daha hayırlıdır.” (Mecmau’z-Zevaid, 1/61) manasına gelen hadiste vurgulanan husus, gerçekten dikkate değerdir. Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, “İnşaallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Demek ki Sünneti farz, vacip, nafile ve adap diye ayırabiliriz. Sünnetin en yükseği ve en faziletlisi bu sıraya göredir. Bunu bir insanın vücudu gibi düşünebiliriz.

Benzeri bir durum uzun süre İslâm hâkimiyeti altında kalan Hindistan’da da söz konusudur. Etnik bakımdan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan Araplar’la Araplaşmış topluluklar en büyük müslüman kitlesini oluşturmaktadır. Bunları Güneydoğu Asya’daki Malaylar’dan sonra Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türkler, İranlılar, Hintliler, Afrikalı siyahîler, Boşnaklar, Arnavutlar ve Makedonlar takip etmektedir. Dünyadaki müslüman nüfusunun yaklaşık üçte biri dinî ve siyasî azınlık statüsüyle gayri müslim ülkelerde yaşamaktadır. Ancak sayıları hakkında verilen bilgilerin çoğu politik sebepler dolayısıyla kesin değildir. Yüzyılda yaygınlaşan milliyetçi akımlar ve siyasî partiler müslüman toplumları bağımsızlığa götürmekle beraber dünyada döneme damgasını vuran totaliter anlayışlar İslâm ülkelerinde de hâkim duruma geldi.

Hele böyle dinî konularda çok dikkatli olmalı. Yetkisizkimselerin dinî konularda yazması zaten uygun olmaz. Haydi haddini bilmeyiphazırlamış olsa bile, bilenlere gösterip onların onayını almalıydı. Çünküsıradan biri bile bu yazıdaki yanlışları rahatça görebilir. Mesela, (Çağırankimseye lebbeyk demek küfürdür) deniyor. İnsan bu kelimenin mânasını bilmiyorsasözlüğe bakar veya bilen birine sorar, öyle yazar. Bu kadar sorumsuzca yazıyazmanın vebali büyüktür. Harama helâl, helâle haram veya normal bir söze küfürdemek çok tehlikelidir.

Ayrıca, bir çok ayet ve hadislerde, “affetmenin daha iyi bir yol olduğu” belirtilmiştir. Buhadis-i şerifin Türkçe söylenişi, (Allah güzeldir, güzeli sever) şeklindedir. Allahü teâlânın bütün yarattıkları bir nizam dâhilindedir,güzel bir düzen içindedir, kul da, işlerini böyle bir düzen içinde yaparsa,Allah böyle kulu da sever demektir. Kelime üzerinde durmak, insanları küfresokmak için zoraki yakıştırma yapmak normal bir şey değildir. Müslümanı küfresokmaya değil, küfürden kurtarmaya çalışmalıdır. Biri size kötülük edince bu sözü söylemek, sen bana kötülük ediyorsunbenden iyilik mi bekliyorsun anlamında söylenmişse küfür olmaz. Sen Allah’a biradım gidersen o sana on adım yaklaşır demek de böyle caizdir. Sen ibadetetmezsen, Allah’a inanmazsan Ondan merhamet beklemeye ne hakkın var demekanlamında söyleniyorsa mahzuru olmaz. Mahzuru olmasa da böyle ifadelerkullanmamalı. (Nebiçim kaderim varmış, alnımın kara yazısı, adam ülkenin kaderini değiştirdidemek insanı imandan çıkarır) deniyor.

Dinimiz, sâdece Allah’tan gelen nimetlerin şükrünün edasına kıymet vermez, insanların yaptığı iyiliklere karşı teşekkür etmeyi de bir borç kılar, buna da öbürü  kadar kıymet verir. Hamd, kulluk borcu ise, teşekkür de insanlık borcudur. İslâm dini, mensuplarına, Allah’a hamd etmeyi emrettiği gibi, iyilik yapan insanlara da teşekkür etmeyi emretmektedir. Teşekkür, bir bakıma, yapılan iyiliğin idraki içinde olduğumuzu iyilik yapana izhar etmek, memnuniyetimizi ifâde etmektir. Dilimizde, insanlardan gelen iyiliğe karşı izhâr edilen şükrü, teşekkür kelimesiyle ifade ederiz. “Şükr” kelimesini ise, aynen “hamd” gibi Allah için kullanırız. İnsanın, cimrilikte bulunarak nefsini, mürüvvetini ve Allah’ın rızasını feda etmek suretiyle kendinden sonrakilere mal bırakması çok akıllıca olmasa gerektir. “Sizler, kendilerinden dolayı cimrilik, korkaklık ve cehalet yapılanlarsınız.

Yani, ancak Allah bu işihalleder demektir. (Birkadına ana denilirse, kocasına peygamber denilmiş olur. Bunun için Hazret-iFatıma’ya ana denince Hazret-i Ali’ye peygamber denmiş olur) sözü yanlıştır,uydurma bir sözdür. Maddi-maneviiyilik edene teşekkür edilir. (İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemişolur) buyuruldu. (Ona çok şey borçluyum) demekte de mahzur yoktur. Hayır.Bu söz, (Silahı boş zannettiğimiz halde, boş olmayabilir, şeytan unutturabilirveya başkası doldurmuş olabilir. Dikkatli olmalı) anlamında söyleniyor. Müslüman olmayan, itikadı bozuk olan veyaçekinmeden, açıkça günah işleyen fâsık, sâlih olamaz. Kâfir veya fâsık, iyihuylu ise veya işini iyi yapıyorsa, o huyu söylenebilir veya işi için iyidenebilir. Mesela, (Çok cömerttir, yardımseverdir, işinin ehlidir. İyi biravukattır, iyi bir doktordur) denebilir.

Bu modeldeki insanlar, elem ve sıkıntılara göğüs germişler ve zorluklar karşısında intihara teşebbüs etmemişlerdir. Sigaranın haram olduğuna dair kesin bir hüküm bulunmadığı için, sigara içen kimselerin arkasında namaz kılmak mekruh olduğu söylenemez. Olsa olsa kendisi bir mekruh işlemiş olur. Fakat, yukarıda da dediğimiz gibi, imam olan şahıslar örnek kabul edilen insanlar olduklarından bu alışkanlığı da terk etmeye çalışmalıdır. Bu örnek, Müslümanların hemen her konuda yekvücût olmalarının gereğine işaret eden temel dinamiklerden birisini teşkil etmektedir. Onlar, birlik ve bütünlük içinde topluca Allah’ın dinine sarılırlar, toplumsal birlikteliğe ve genel anlayışa aykırı düşenler, hemen bu cemiyetin dışına itilirler. Yüce Peygamberimizin (asm) hadiste dile getirmiş olduğu müeyyide, af ve mağfiret beklentisi içinde olan -ki her Müslüman bu duygu ile yaşar- bir Müslüman için hiç de yabana atılamayacak türden bir yaptırımdır. Ayrıca “yüz çevirme” şeklinde nitelendirilen bir dargınlık türü de vardır ki, bu, âsî, fâsık, zâlim kimselere karşı sergilenen bir tutumdur, toplumsal yaptırımdır. Peygamber (asm)’in bu sözleri doğrultusunda her mü’min, diğer Müslümanlara bakış açısını bir daha gözden geçirmelidir. İslam ahlakında yeri olmayan bir başka hareket tarzı da boş ve faydasız konuşmalardır. Boş ve yararsız sözün ne olduğu konusunda ise müminler ölçülerini İslama göre belirlerler.

Join The Discussion

Compare listings

Compare